Interviews

Hüseyin Gökçe / Gazete Duvar
Fulya Çetin: Bir dakikalık şifalanma anını iki yıla yaydım
Fulya Çetin’in desenleri ve video çalışması, Merdiven Art Space’te Uzadıkça Daha Yakın sergisinde ziyaretçilerle buluştu. Çetin’le ‘saçlarla kurulan bağları’ resmettiği desenlerini ve sergiyi konuştuk

Göçmen bir çocuğun karaya vurmuş bedenini, çocukları üşümesin diye çoraplarını çıkarıp onlara giydiren bir annenin donarak bilmediği topraklarda ölmesini, bir teknede saç gibi ağırlık bile sayılmayacak bir yükten kurtulması gerektiği için saçlarını kesmek zorunda kalan bir kadını düşündüğümde dünyanın öteki oluşlar için bir değirmen olduğu gerçeğiyle karşılaşıyorum. İktidarın insanları uçuruma sürüklediği ve oradan attığını bilmek önemli. Bazen de bunları bilmek ne yarar diye itiraz edesi geliyor insanın. Bütün bu gidişata karşı bir direnç gösteremedikten sonra. Birbirimizin saçlarını taramak ve örmek bu anlamda iyi bir başlangıç olabilir.

Fulya Çetin, göçmen bir kadının teknede ağırlık yapmasın diye saçlarını kestiği haberle karşılaştığında ilk iş olarak o habere konu olan fotoğraftaki saçları tutan erkek elini o saçlardan kurtararak bir desen çiziyor. Sanatçının saçla olan ilgisi böylece başlıyor. Ardından çalıştığı okulda kat görevlisi bir kadının gür ve uzun saçını örerek her iki kadın için dünyayla kurulacak bağı güçlendirmeye çalışıyor. Sonuçta iki kişi arasında saçlarla kurulan bağ, duyguları olumlu yönde geliştirerek neredeyse hayatın her alanına yayılıyor. Bu örme pratiğini bir dakikalık videoyla kayıt altına alan sanatçı iki yıl boyunca 517 desen çiziyor. Merdiven Art Space’te 22 Ocak’a kadar görülebilecek “Uzadıkça Daha Yakın” adlı sergi kapsamında bu desenlerden bir kısmına ve video işine yer veriyor. Çetin, “Orada ördüğüm saç ona ait ama bana bağlanan bir saç. Aramızdaki bağın görsel hali diyebilirim. Onun düşüncelerinin benim elime değdiğini, benim göbeğime bağlandığını, onun omurgasında hissettiğimi aslında görsel hale getirdim” diyor. Yağmurlu ve ılık bir İstanbul gününde sanatçıyla bir çay bahçesinde buluştuk; kırılganlıktan, politik kadınlığa ve saçları örmenin yaşamdaki önemine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Devlet ve toplumun bir bedenin dünyayla olan karşılaşmasını kesmeye yönelik simgesel düzenden tutalım da şiddetin her türlüsünü yapacak bir ittifak içinde olduğundan bahsedebiliriz. Bedenlerde nasıl yaralar açtığını tahmin bile edemeyiz. Ondan kırılgandır öteki oluşlar ya da “azınlık oluş”lar. Sıklıkla dillendirilen kırılganlığı nasıl değerlendiriyorsun? Kırılgan olmak bütün bu kötülüklerin farkında olacak bir bilince sahip olmayı ve bunlarla mücadele edecek bir direnci de beraberinde getirdiği söylenebilir mi?

Kırılganlık geçişli bir şey, herkesin kırılgan noktaları var. İnsani bir şey, hissetmeyle ilişkili. İktidar kırılgan yerlerimizden tekrar tekrar kırıyor ama bu kırılma direnç yaratabilir. Ve kırılmış olanlar birbirinin yanında durarak yarasını sarabilir, buradan birlik doğar.

‘YENİ BİR DÜNYAYI SEVGİYİ VE NEZAKETİ KORUYARAK KURACAĞIZ’

Kurumların belirlemeye çalıştığı hayatların yanında yaşam diye biricik bir şey var. Bütün bunlarla nasıl baş edeceğiz? Yeni bir dünyayı nasıl kuracağız?

Bence zarafeti, sevgiyi ve nezaketi koruyarak… Yatay ilişki biçimlerini oluşturmak, eşitlikçi bir dünya kurmak. Bu eşitlikçi ilişkinin sadece insan denilen varlıkla değil, tüm dünyayla gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir taraftan da şöyle bir kaygım var. Bastırılanın geri dönüşü farklı bir şekilde olabiliyor. Yani zamanında türlü eziyetler görmüş biri güç kendi eline geçtiğinde bütün bunları yaşamış birisi olarak daha iyi olacağını düşünürken kötü olabiliyor.

Bu bir tercih. Erk olmayı seçiyor, iktidarına âşık oluyor. Hepimize hayatın içinde çeşitli alanlarda bu güç verilir. Eğer bu güce çok değer veriyorsan, bunu önemsiyorsan iktidar oyununun içindesin. Erk sahibi olup iktidar oyunu içinde rol almaktansa dişil enerjinin esnek var oluş biçimi içinde dünyayı yeniden anlamayı, içinde nasıl var olabilirim diye sorarak yeniden bakmayı tercih ederim.

‘KADIN OLARAK VARLIK GÖSTERMENİN KENDİSİ BİLE POLİTİK GÜÇLÜ BİR DURUŞTUR’

Politik kadınlığa güçlü bir vurgu var. Farklı özgürleşme pratiklerini yaratabilecek bir kuvvet olarak görülüyor.

Kendimizi güç, güçsüzlük ve toplumsal cinsiyet rollerinin kapattığı alanlara sıkıştırmayalım. Zaten sıkıştırılmaya çalışılsa bile sığmıyoruz oraya. Hatta sıkıştırdıkları yerden binlerce çeşit olarak fışkırıyoruz. Herhangi bir alanda kadın olarak varlık göstermenin kendisi bile politik güçlü bir duruştur. Ayrıca yine belirtmeliyim kendini kadın olarak tanımlayan, kadın hisseden veya içindeki kadınlıkla barışmış olanın birbirini görme, dayanışma ve anlama hali politiktir.

Kendini kadın olarak tanımlamak zorunda da değil.

Evet, zorunda da değil. Söylediğim gibi o da değişken bir şey. Aslında bireysel duruşlar çok politiktir. Standartların ve kategorize ettikleri şeylerin içinde değilsindir. Mikro politikalar, kişisel tercihler önemlidir.

‘KARANLIKTA YAŞAMANIN İMKANI YOK’

Martch Art Project’te 2018 yılında açılan “Dün” adlı serginizi gördüğümde izlenimim şu şekilde olmuştu. Uçsuz bucaksız bir sazlıkta olduğum hissine kapıldım. Ama çoraklaşmış bir sazlıkta. Tonlar giderek griye dönüşürken “göğü gördüm imkâna tutuldum” diyebilir miyiz? Veya ölümün siyasallaştığı bu topraklarda ‘ölüm gelir saçımızı tarar’ mı? Merdiven Art Space’teki sergide oradaki karamsarlığın kalmadığını gördüm. Daha çok dünyayı olumlayan bir hali var serginin. Ama içten içe hâlâ bazı kötülüklerin devam ettiğini söyleyen bir yanı da var.

O zamanki yaptığım işlerde içim baya kararmıştı. Sanırım bu karanlık ruh halini birçok kişi yaşadı, yaşamakta. Ama karanlıkla yaşamanın imkânı yok. İşe yaramaz bir hale getiriyorlar seni. O karanlığı yırtmak ve oradan çıkmak gerekiyor. Ben oradaki çıkışı; sezgileri, hisleri, dayanışma gücü ve birbirine iyi gelme haline tutunan bir yerden ışığı yakalamaya çalıştım. Bir de bu süreçte daha çok doğada bulundum, oradaki değişken durum, ışık ve hep yeniden var olma halleri benim de doğanın bir parçası olarak yeni ihtimaller üzerinden bakmamı sağladı.

Bu sergide saçlar çok özel bir yere sahip fakat öncelikle kendi kişisel tarihinizde saçın öneminden bahsedebilir misiniz?

Kendi kişisel tarihime baktığımda, anneannem saçlarımı tarardı. Onun güven veren duygusunu hatırlıyorum. Benim saçımı örmesi, örerken bana anlattığı özel şeyler vardı. Saç dünyayı anlama veya kendini anlatmada bir yol. Budistler saçlarını keserler. Kızılderililer saçlarını kesmezler. Saçın bir meselesi var. Gerçekten saçıyla temas ettiğim, saçıyla oynadığım kişinin kafasından çıkan tellerin düşünceleriyle ilişki kurduğumu düşündüm. O düşüncelerin de benimle ilişkili olduğunun farkına vardım. Hiç tanımadığım bir kadının saçlarına dokunup örerken hem de. Yakın, sıcak, gerçek, güçlü hissettirdi o an, çocukluğumdaki gibi pür bir duyguydu.

‘SAÇ MESELESİ ETKİLENDİĞİM BİR GAZETE HABERİYLE BAŞLADI’

Bu serginin bir haber üzerine şekillendiği söylenebilir. Göçmen bir kadının teknede karşı kıyıya geçmek için saçlarını kestiği haberden bahsediyorum. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Bir aciliyet var. Ölümle yaşam arasında bir kıyıdasındır. Gerekiyorsa saçlar kesilebilir.

Bu saç meselesi benim gördüğüm ve etkilendiğim bir gazete haberi ile başladı. Örülmüş, kesilmiş bir saçı bir erkek eli tutuyordu fotoğrafta. Sahilde bulunmuş. Göçmen bir kadına ya da çocuğa ait olduğu söyleniyordu haberde. Teknede ağrılık yapmasın diye kesmiş. Fotoğrafı gördüğüm andan itibaren aklıma hızla şunlar belirdi. Bu insan herhalde 13-14 yaşlarında dedim. Neden o yaşlarda düşündüm, bilmiyorum. Belki saçın cılızlığından olabilir. Acaba gitti mi? Şu anda Avrupa’nın hangi şehrinde? Hayallerine kavuştu mu? Gittiği yerde şu an ne yapıyor? Hamburger yedi mi? gibi sorular geldi hızla aklıma. Onun hızlıca bir desenini yaptım ve erkek elini yapmadım, onu o erkek elinden kurtardım. Sadece havada duran bir saç örgüsü deseni uzun süre masamda durdu. Ondan sonra saç ilgi odağım oldu.

Yaşamda kalmak için dünya sana ağırlık bile sayılmayacak bir ağırlıktan kurtulman gerektiğini söylüyor. Geride bir şeyler bırakması gerektiği için saçını kesmiş olabilir mi?

Bence yaşamda kalmak için kesti.

Değindiğimiz haberde nasıl saçlar acil bir şekilde kesildiyse, sizin stop motion yöntemiyle yaptığınız saç örme videosunda saçların hızlı bir şekilde örülmesi gerekiyor gibi bir durum söz konusu. Bazen bir uzuv kopar ya da kesilir, hemen onu kopan yerle birleştirmek için dikiş atılması gerekir. Bu videoda buna benzer bir şeyler olduğu söylenebilir mi?

O uzuv birbirimiz arasında sürekli yenileniyor ve tazeleniyor. Bence görünmez uzuvlarımız var yeter ki anlamak isteyelim ve iletişim halinde olalım. Orada ördüğüm saç ona ait ama bana bağlanan bir saç. Aramızdaki bağın görsel hali diyebilirim. Onun düşüncelerinin benim elime değdiğini, benim göbeğime bağlandığını, onun omurgasında hissettiğimi aslında görsel hale getirdim. Onun saçıyla oynarken, örerken yaşadığım bir şeydi. O video yaşadığım anın bir dakikası. Orada saçını ördüğüm kadının kendi kişisel tarihi var. Birbirine iyi gelme, hassas ve özenli davranma olarak değerlendiriyorum. Benim ona iyi gelmem onun bana iyi gelmesi. Birbirimizi anlamak ve anlamaya çalışmakla ilgili bir şey. Çünkü anlamakla ilgili bir sorunumuz var. Herkes kendini anlatmaya çalışıyor. Aslında anlamaya çalıştığımız zaman anlatmak da kolay olacak. Biraz da oralardan çıktı. Daha hislere ve duygulara bağlı bir iş. Bunun toplumsal hikâyelere bağlamak yerine o kadının hikâyesine ve benim hikâyeme bağlamayı tercih ediyorum.

‘HEPİMİZİN ŞEFKATE VE ANLAŞILMAYA İHTİYACI VAR’

Bu desenlerde saçlar kadar eller de dikkat çekici bir özelliğe sahip. Ellerin, dokunmanın şeylere yaklaşmanın onu kavramının en incelikli hali gibi göründüler bana. Saçları örmek, belli bir özeni göstermesi gerekiyor. Bunun da dünyaya yaklaşma biçimimizi farklı bir yönde geliştireceği düşüncesindeyim.

Hepimizin şefkate ve anlaşılmaya ihtiyacı var. Ben ellerimle üreten, hatta bazen ellerimle anlayan, ellerimle düşünen biriyim. Dünyayı anlamak, ona yeniden dâhil olmak için sezgilerine, duyularına kulak vermeyi unutmamak gerekiyor. İlla kelimelerle, cümlelerinle anlatmak zorunda değilsin. Bir şeyi görerek ve dokunarak da anlatabilirsin. Oradaki saç örme hali fiziksel olarak o saçlara dokunduğumda onun bana açılmasıyla ilgili bir durumdu. O açıdan dokunmak iyi geliyor. Anlamaya çalıştığın her şeyi incitmeden anlaman gerekiyor.

Video çalışmasında bir yandan da mırıldanma sesleri geliyor. Sanırım mırıldanmalar olmasa saç örme pratiği eksik kalacak gibi.

Mekânda iki kadının kafa sesi var. Ben mırıldandım arkadaşım Lamia’ya gönderdim. O da gönderdiğim kayıtın üstüne mırıldandı. İki kadının karşılıklı mırıldanması oradaki ses. Mırıldanma önceki sergilerimde kullandığım bir şeydi. Depo’daki “Havaya Karışan” sergisinde belirsizlik, sis, duman ve mırıldanma etrafında dönüyordum. Sanırım zaman zaman o döngüye tekrar giriyorum.

‘O KADININ SAÇINI ÖRDÜĞÜMDE HİSSETTİĞİM DUYGUDAN İŞ ÜRETMEK İSTEDİM’

Serginin önemli işlerinden birisi de 517 desenden oluşan çalışmanız. Fakat siz bir kısmına yer veriyorsunuz. Bu sayının bir anlamı var mı?

Ben bir reel video çektim. O kadının saçını ördüğümde hissettiğim duygudan iş üretmek istedim. Video iki bin küsur kareye denk geliyordu. Sonra iki bin küsur karenin içinden üç ya da dört kare atlayarak 517 kareye ulaştım. Bir buçuk iki yıl boyunca oturup her gün düzenli bir şekilde her bir karenin desenini yaptım. Bir süreç işi haline geldi benim için ve o bir dakikalık şifalanma anını iki seneye yaymış oldum. Oturup her gün onun desenini çizdiğimde onunla olan ilişkimi koparmamış oldum. O ilişkiyi uzattım. Orada iyi gelme halini hayatıma yaydım. Bir anda bitirebilirdim. Teknolojik aygıtları kullanarak daha hızlı üretebilirdim. Onu yapmak istemedim. Belki de gerçekten çok sıkılacağım bir süreç olabilirdi ama inan hiç sıkılmadım. Hatta bitişe yaklaştıkça ayrılık duygusu çöktü içime. Ama sonuçta bitmiş halini görme motivasyonu da çok güçlüydü.

Desen çizmeye devam ediyor musunuz?

Desen çizmeye devam ediyorum ama başka şeylerle bir araya getirerek. Hatta bunlardan ikisini sen gördün. Bursa Nilüfer Belediyesi’nin, Ezgi Bakçay küratörlüğündeki Gülten Akın’a ithafen yapılan ‘Kuş Uçsa Gölge Kalır ’isimli karma sergide yer aldı.

Sergi desenlerden ve bir de video işinden oluşuyor. Her bir desen birbirine eklenerek yerleştirilmiş gibi.

Her bir deseni bir araya getirip videoya dönüştüren arkadaşım Merih Öztaylan‘a beni hayalime kavuşturduğu için tekrar teşekkür etmek isterim. Video tavandan yere doğru inen ve bize doğru uzanan bir kâğıt üzerinde oynuyor. Yine kâğıt üzerine desen oluşuyor aslında kâğıt açılmış bir rulo olarak izleyiciye doğru gidiyor. Orada onu vurgulamamın bir nedeni var. Sana uzanan bir el gibi. İzleyeni de içeriye davet eden. İzleyene doğru uzanan anlama ve anlaşma haline davet eden bir yol sunuyor.

İkinci dalga feminizmde “bilinç yükseltme” önemli bir yere sahip bir örgütlenme biçimi olduğu söylenebilir. Ortak dertler üzerinden ilerleyen bir süreçten bahsediyoruz. İki kadın arasında gelişen bu saç örme pratiğinde neler konuştunuz?

Her kadın çözüldüğünde diğer kişiyle inanılmaz bağlar kuruyor. Çünkü benzer hikâyeler yaşıyoruz. Orada statü, sosyal sınıf farklılığı aradan kalkıyor. Kardeş oluyorsun. O sana anlatıyor ve sen de anlıyorsun. O da bir göçmen. Buraya çalışmaya gelmiş. İstediği hayata ulaşıp ulaşmadığı bu hayattan memnun olup olmadığı gibi şeyler konuştuk. Bu kadarını diyebilirim.

Güncel sanatta saç imgesinin kullanımının ayrı bir yeri var. Örneğin Rebecca Horn, 1974 yılında aynı anda iki makasla saçını kesiyor. Geçen yıl Fatoş İrwen Karşı Sanat ve Depo’da açtığı “Olağan Zamanın Dışında” adlı sergide saçlarından top gülleler yaptığını görmüştük. Siz nasıl yaklaşıyorsunuz saç imgesine? Sergide daha çok saç örmenin belik yapmanın iki kişi arasında gelişen diyaloğun sağaltıcı bir yönünü ön plana çıkarıyor gibisiniz.

Evet, karşılıklı şifalanmak ve bu hali izleyenlere de taşımak üzerine düşündüm hep. Sergiyi gezenlerden bazıları terapi odası gibi, bazıları meditasyon gibi dedi. Bunları duyduğum zaman çok mutlu oluyorum. Çünkü buna ihtiyacımız var.


Dün/Yesterday
2018

Neğşirvan Güner/ Yeni Yaşam gazetesi

“Dün” sergisinin bize yönelttiği soru ne? Ya da kendinize bir cevap mı?

Aslında bir soru cevap kadar net bir şey değil ‘Dün’ sergisi. Bir soru – cevap karşılaşmasından çok biriktirdiklerini çıkarmak, daha fazla içinde tutamamak, haykırmak.. Yani daha hisle ilgili bir şey, duyguyla, var olma, var olabilme haliyle ilgili bir şey. Biraz da varlık yoklukla, yok olmak -yok etmek – yok saymakla ilgili bir şey.

Daha çok kendi hislerinizden mi yola çıktınız?

Genel olarak, daha önceki yıllarda yaptığım resimler net şeyler söyleyebilen resimlerdi. Formlar daha net ve her şey çok kontrollüydü. Zaten o zaman resim yapmadan önce zihnimde ne yapacağımı bilerek başlıyordum. Kâğıdın, tuvalin ve boyanın akışında bir ortaklık, buluşma ve temas oluyordu. Ama şimdi biraz akışa bırakma durumu bu. Uzun zamandır “Tahakküm” üzerinde düşünüp duruyorum. Bir anlamada tahakkümü elden bırakma hali de diyebiliriz. Önce kontürler yok olmaya başladı ve o belirsizliği sevmeye başladım. Sonra hep yaptığım ve artık yapabildiğim şeyleri silmeye ve yok etmeye başladım. Silinenin altında kalan, yok olmayanı sevdim. Bu eylemi farklı malzemelerle denedim. Ortaya çıkan işler biraz beden diliyle de buluşmaya ve “Dün”e doğru gitmeye başladı.

Serginin iki çıkış noktası var. Biri Bataille ve ölüm diğeri ise Foucault ve iktidar bu ikiliyi buluşturmanızın sebebi ne?

Her an her yerde iktidarı hissetmiyor muyuz? Çocukluğumuzdan bugüne kadar, sadece iktidarın profili değişiyor ama hep var. Hele ki kadınsanız.. Evde babanın iktidarı, sonra okul- devlet baba girer devreye, hayatınıza giren erkekler, iş arkadaşlarınız…her an her yerde. Kücük bir kız çocuğu olarak bu iktidarla tanışırsınız ve hayat başlar. Sağlam bir pratiktir aslında. Kadınların, lgbti bireylerin ve toplum içinde ötekileştirilmiş herkesin dayanma gücünü iktidar ile erken tanışmasından dolayı aldığını düşünüyorum. Önceleri bu iktidarla ne yapacağımı bilemedim. İktidar benim hayatımda korkmam gereken bir şey mi, savaşmam gereken bir şey mi, yenmem gereken bir şey mi, ben bu iktidarla ne yapacağım? İktidar sahibi olmalı mıyım? Bu soruların cevabını bulamadım ve bilemedim. Ama bu iktidar varlığını, her başımı kaldırdığımda yeniden başımı öne eğmem için kendini hissettirdi. Bütün bunlarla beraber yaşarken o iktidarın gücünü nasıl kullandığına şahit oluyorsun, yetişkin oldukça iktidarın dilini çözmeye başlıyorsun, hatta zaman zaman iktidarın kendisi sana iktidar olma hakkını vermeye başlıyor. Bütün bunlar tahakküm üzerine düşünmeme ve üretmeme sebep oldu ve tabii ki çalışmalarıma yansıdı. Boya üzerindeki iktidarımı bir yana koyup, karşılıklı diyaloğa, tesadüfe, akışa izin vererek yüzeyle aramda karşılıklı hemhal olma, anlama, sürece bırakma gibi hallere açmış oldum kendimi.

Peki ölüm…

Ölümle ilgili bir sürü hal var. İnsanın eceliyle ölmesi var, bir de öldürülmek ve yok edilmek diye bir şey var; yaşam hakkının elinden alınması.

Yok edilmek, yok olmak… Son yıllarda, uzun zamandır, her gün yeni bir ölüm haberi duyuyoruz, her seferinde kahroluyoruz, sonra arkadan yenisi geliyor, birinin yasını tutamadan diğeri, birine sarılamadan, bir başkası, acılar birbirine karışıyor. Bu kadar acı birbirine karışmışken hayatımıza hiçbir şey olmuyormuşcasına devam etme hali simülasyon bir hayat gibi. Havada acı var, isyan var, yas var. Duyarak, yaşayarak şahit oluyoruz. Bu şahitlik hali ile acıyıpaylaşmadan, dayanışmadan, sarılmadan, yas tutmadan bunun üstesinden gelmek zor.

Eski röportajlarınızın birinde, ‘daha çok insanın iç meseleleriyle ilgilendiğinizi’ söylemişsiniz. Ama bu sergi aslında topluma ya da sanat dünyasına bir sesleniş, “Bakın her şey sıradan gitmiyor aslında. Sadece görmek isteklerimizi görüp, görmek istemediklerimizi de görmüyoruz” diyorsunuz. Bu noktaya sizi ne getirdi?

Aslında sesleniş değil, haykırış var çünkü ben hiç kimse değilim yani halklara, uluslara seslenemem. Bu benim bir isyanım, feryadım, çığlığım, burada sessiz bir çığlık var diyebiliriz. İçimden bir çığlık kopuyor. Biri sizin canınızı acıttığı zaman istem dışı bağırırsınız ya, bu da böyle bir bağırış. Dolayısıyla eski röportajımda söylediğim gibi yine bir iç mesele. Ama kaynağını dışardan alan bir iç mesele. Hayat değişiyorsa, ben değişiyorum ve yaptıklarım değişiyor. Hayatın akışı değişiyor. Demek istediğim bu bilinçli bir yönlendirme değil.
Bir arkadaşım “sen aslında vicdan talep ediyorsun” demişti, bu benim çok hoşuma gitmişti. Evet, vicdan talep ediyorum. Yüzleşmek, anlaşılmak, dinlemek, anlamak, nezaket, sakinlik, paylaşmak… bu tamamen insanı davranışları talep ediyorum aslında.

Özür dilemedikçe vahşileşen bir toplum dönüştük. Git gide daha sert, daha aç gözlü, daha vurdum duymaz, daha acımasız, daha çok bağıran bir sürü insan… Bu yüzden dağlara, taşlara, nehirlere çevirdim yüzümü.

Nisan’da yapacağınız serginin başlığı olarak “Dağların taşların ağladığı gün”ü neyi temsil etmek için seçtiniz?

Uzun zamandır öyle bir gün, her gün öyle bir gün. Az önce de bahsettiğim gibi insanlarla aram açılmaya başladı ve doğaya yöneldim. İnsana bakmak istemiyorum artık, dağa bakmak istiyorum, taşa bakmak istiyorum. Yani taşla konuşasım var. Taşa anlatasım var. Onun anlatacaklarını dinleyesim var. çünkü bu kadar şeyi dağlar taşlar duydu insanlar duymadı mı diye düşünüyorum? Dağlar taşlar ağladı, ama insan ağlamadı. Sen ağlamadın mı diye sormak istiyorum. Bir de o dağ, o taş, ağaçlar, ormanlar orada duruyor, onlar bizim bildiğimizden, gördüğümüzden daha fazlasına sahip, daha fazlasını biliyorlar.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

“Dün” e ait cevapları Nisan’daki sergide bulabileceğinizi ümit ediyorum. Teşekkürler.

 

Doğu Akdeniz Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi yayını
Kadın 2000 dergisi için özel bir sayı 

Ahu Antmen ile röportaj

1-Kendinizi feminist olarak nitelendirir misiniz?

Daha önce ki yıllarda bu soru beni hep düşündürürdü, hemen bir cevap veremezdim, kendimi bir şey olarak tanımlarsam onun sorumluluğu ve gerekliliği gibi yaşıyormuyum acaba ? ne kadar dürüstüm bu konu da ?… gibi düşüncelerim olur ve net tanımlardan korkardım hep. Zaman içinde feminizmin tanımını dahi bilmeyecek kadınlardan o kadar feminist yaklaşımlar gördüm ki bunun tanımla değil kadın olarak yaşamak, farkın da olarak yaşamak, direnç göstererek yaşamakla eş değer bir durum olduğunu fark ettim. Bunu fark etmemi sağlayan sanat çevresi içinde ki kadınlar değil çeşitli sosyal çevrelerden tanıdığım, dertleştiğim, sorunlara çözüm aradığım kadınlar oldu. Bunu bana mesleğim sağladı. Ben bir okul da öğretmenlik yapıyorum ve dolayısı ile birbirinden çok farklı kadınlarla tanışma fırsatı buluyorum. Sosyal konum olarak birbirimizden çok farklı yerler de duruyor olsak bile bir çok nokta da kadınlarla uzlaşabiliyor, fikir birliğine varabiliyordum…ne de olsa ortak dert ve problemlere sahiptik yada dünyayı anlama ve öğrenme süreçlerinde benzer aşamalardan geçmiştik, aynı ayıplar, aynı yasaklar, benzer tahakkümler ile birbirimizi çok daha kolay anlar olmuştuk. Bunlara yaşam pratiği içinde direnç gösterirken buldum kendimi ve artık kendimi bir feminist olarak tanımlayabilirim.
Ben küçük bir kız çocuğu iken karanlıkta ışıkları yanan evlere bakıp şu anda acaba kaç kadına tecavüz ediliyordur diye düşünüyordum. Küçük bir kız çocuğu için fazla karanlık ama bir o kadar da gerçek.
Ben kendimi feminist olarak tanımlamadan önce başkaları beni feminist olarak tanımlamaya başlamıştı bile, bu bir sürü kadın için aynı diye düşünüyorum.
Geçen gün derste bir öğrencim bir cümlem üzerine “ hocam siz feminist mi siniz ?” dedi ve hiç düşünmeden ve gururla “evet” dedim, o da bana gülümseyerek “ben de” dedi.

2-Kendinizi feminist bir sanatçı olarak nitelendirir misiniz?
Kadın olmam, sanatçı olamam ve feminist olamam birbirinden ayrılamaz yada benden ayrılamaz.

3-“Kadın sanatçı” nitelemesinden rahatsız oluyor musunuz?
Bir meslekten bahsederken cinsel kimlik eklemek oldukça gereksiz geliyor kulağa. O kişinin cinsel kimliğini belirterek mesleğini söylerken o mesleğe o cinsel kimliğin katkısı nedir acaba? Ve cinsel kimlikleri kadın ve erkek olarak kısıtlamakta ayrıca bir sorun zaten. Fakat kazanımlar açısından bakarsak rahatsız olma halimi erteleyebilim.

4-Üretiminizde cinsiyet kimliğinizin bir etkisi olduğunu
düşünüyor musunuz?

Ben bir kadın olarak hayatımı sürdürüyorum, bu toplum da bir kadın olarak var oluyorum, dünyaya kadın olarak bakıyorum ve işlerimi de kendimden yola çıkarak üretiyorum ama kadın olmakla ilgili işler üretiyorum anlamına gelmiyor söylediklerim. “Kadın olmak” ve özellikle “Türkiye’ de kadın” olmak üretimimi elbette etkiliyor. Ben bu toplum da bir kız çocuğu olarak büyürken kadın olmanın bunun bütün kodlarını, şifrelerini toplaya toplaya büyüdüm bütün bunlardan sıyrılıp iş üretmek yerine bu tahakkümle baş etme gücünden güç alıp üretmek benim üretim biçimim haline geldi.

5-Sanatçı kimliğiniz diğer kimliklerinizin önünde midir?
Hepimiz bir sürü kimlikle yaşıyoruz, anne, öğretmen, kadın, sanatçı, sevgili…benim için bu kimliklerin birinin diğerinin önüne geçmemesi, birbirine karışmaması yada birbiri ile hiç temas etmemesi çok mümkün değil. Hiç birini kendimden koparamayacağım gibi birini diğerinin önüne geçirmem de gerekmedi. Sürekli değişen hayatımızın içinde öncelik sırası da değişiyor sanırım ve bu öncelikleri bizim seçebildiğimizi pek düşünmüyorum.

6-Ürettiğiniz yapıtların cinsiyet kimliği bağlamında yorumlanması sizi rahatsız eder mi?
Hayır, üretirken başkalarının ne diyeceği, nasıl yorumlayacağı, ne düşüneceklerini düşünerek üretmezsiniz. Üretim nasıl özgür bir süreçse sonrasında ki yorumlar da kontrol edilemez. İşimi paylaştığım andan itibaren o işle ilişkim değişiyor zaten , o iş benden kopuyor.

7-Sanat ortamlarında (galeriler, sanat piyasası, yayın dünyası, müzeler, sanat tarihi vb.) kadın olmanızdan kaynaklanan herhangi bir ayrımcılık yaşadığınızı düşünüyor musunuz?
Kadınların alanda daha az yer kapladıkları, galerilerin, sanat piyasasının erkekleri tercih ettiği gerçeği çok açık. Ama başka bir durum var ki bütün bu ayrımcılığa rağmen kadınların üretimlerinin güçlü olduğu da çok net. Sanat alanı, kaygılarını, dünyalarını, cesaretlerini izlediğim ve işlerinin gücünü hissettiğim, hayran olduğum, kadınlarla dolu.

 

Gelecek Queer /Future Queer
2015

Agos


Havaya Karışan/That Melts Into Air
2015

Artnivo

Açık Radyo


 

Nehir Altı Nehir/River Under River
2013

Artfulliving

Bir+Bir


Tahrip Koleksiyoncusu/ Collector of Devastations
2010



 


Bahar Temizliği / Spring Cleaning
2006